Yabani muhabbet kuşları Avustralya'nın fazla yağmur almayan bozkırlık bölgelerinde yaşar. Su ihtiyaçlarını yedikleri tohumlardan karşıladıkları için bu kuşlar havanın son derece kurak olduğu dönemlerde 1 ay boyunca hiç su içmeden rahatlıkla yaşayabilirler. Yabani muhabbet kuşlarının hayatlarında suyun çok önemli bir yeri vardır. Bu nedenle tüm yaşamlarını iklim koşullarına göre düzenleyebilirler. Örneğin yeterli miktarda su bulamadıkları zaman, yavru yapmayı durdururlar ve su için yeni yerler aramaya çıkarlar. Yeterli büyüklükte su birikintisi bulduklarında olabildiğince hızlı bir şekilde yumurtlamaya başlarlar.
Muhabbet kuşlarının iklim koşullarına göre yaşamlarını düzenlemeleri de Allah'ın ilhamıyla gerçekleşen davranışlardır. Neslinin devamı çok önemli oludğu için hiç riske girmemekte ve yumurtlamayı hemen kesmektedir. Bu şekilde akılcı davranarak beklemelerini muhabbet kuşlarına ilham eden herşeyi bilen, yarattığı bütün canlılardan haberdar olan Rabbimizdir. Bir ayette şöyle buyrulmaktadır:
Yedi gök, yer ve bunların içindekiler O'nu tesbih eder; O'nu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur, ancak siz onların tesbihlerini kavramıyorsunuz. Şüphesiz O, halim olandır, bağışlayandır. (İsra Suresi, 44)
kuş tüyleriKuşları diğer canlılardan ayıran en önemli fark elbette ki uçabilmeleridir. Kuşlar hiçbir canlının başaramadığı bu işi çok özel yapısı olan tüyleri sayesinde başarırlar.
Kuş tüyleri hafiftirler, kaldırma kuvvetleri vardır ve kolaylıkla eski biçimlerine dönebilirler. Eğer bir kuş tüyünü mikroskop altına alır ve incelersek, karşımıza olağanüstü bir tasarım çıkar. Tüylerin ortasında hepimizin bildiği uzun ve sert bir boru vardır. Bu borunun her iki tarafından yüzlerce tüy çıkar. Boyları ve yumuşaklıkları farklı olan bu tüyler kuşa havada hızlı uçma özelliği kazandırırlar. Ancak daha da ilginç olanı, bu tüylerin her birinin üzerinde de, "tüycük" denilen ve gözle görülemeyecek kadar küçük olan çok daha küçük tüylerin bulunmasıdır. Bu tüycüklerin üzerinde ise "çengel" adı verilen minik kancalar vardır. Bu kancalar sayesinde her tüycük birbirine sanki bir fermuar gibi tutunur.
Çengeller bir fermuarın iki tarafı gibi birbirine kenetlenmiştir. Birbirine çengellerle kenetlenen tüycükler, o kadar bitişiktir ki, tüyün üstüne duman üflense, aralarından geçemez. Çengeller herhangi bir şekilde birbirinden ayrılırsa, kuşun bir silkinmesi veya gagasıyla tüylerini düzeltmesi tüylerin eski haline dönmesi için yeterlidir.
Kuşlar hayatlarını devam ettirebilmek için tüylerini daima temiz, bakımlı ve her an kullanıma hazır tutmak zorundadırlar. Tüylerin bakımı için kuyruklarının dibinde bulunan yağ keselerini kullanırlar. Gagalarıyla bu yağdan bir miktar alarak, tüylerini temizler ve parlatırlar. Bu yağ, yüzücü kuşlarda, suyun içinde veya yağmur altındayken suyun deriye ulaşmasına engel olur.
Dahası kuşlar tüylerini kabartarak, soğuk havalarda vücut ısılarının düşmesini engellerler. Sıcak havalarda ise tüylerini vücutlarına yapıştırarak, vücutlarının serin kalmasını sağlarlar.
Kuran'daki ayetlerde iman eden insanların Allah'ın yarattığı canlılar üzerinde düşündüklerinden ve şöyle söylediklerinden bahsedilir:
Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. Allah herşeye güç yetirendir. Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün ardı ardına gelişinde temiz akıl sahipleri için gerçekten ayetler vardır. Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki: "Rabbimiz, sen bunu boşuna yatarmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin azabından koru." (Al-i İmran Suresi, 189-191)
Su, karadan daha yavaş ısındığı için, denizlerin üstünde ısı dalgaları oluşmaz. İşte bu nedenle göç eden kuşlar uzun deniz yolculukları yerine karaların üzerinden göç etmeyi tercih ederler. Bazı dönemlerde gökyüzünü kaplayan leylek sürülerini hepiniz görmüşsünüzdür. Bunun nedeni leyleklerin de karaların üstünden göç etmeyi tercih eden kuşlardan olmalarıdır. Siz denizlerin üstünde sıcak havanın olmadığını bilmiyor olabilirsiniz ancak leylekler bunu çok iyi bilirler.
Burada verilen birkaç örnekte de görüldüğü gibi bütün kuşlar hangi tekniği kullanacaklarından, nerelere gitmeleri, hangi yolları kullanmaları gerektiğinden haberdardırlar. Sıcak hava akımı kullanarak uçanlar ya da dalgaların oluşturduğu hava akımlarını kullananlar hiç karışıklık yaşamazlar. Çünkü Allah her canlıya ihtiyacı olan bilgileri ilham eder. Onlar da bu sayede nasıl davranacaklarını çok iyi bilirler. Allah Kuran'da kuşların havadaki hareketlerine dikkat çekmiş ve bir ayetinde şöyle buyurmuştur:
Görmedin mi ki, göklerde ve yerde olanlar ve dizi dizi uçan kuşlar, gerçekten Allah'ı tesbih etmektedir. Her biri, kendi duasını ve tesbihini şüphesiz bilmiştir. Allah, onların işlediklerini bilendir. (Nur Suresi, 41)
Çok şefkatli ve sonsuz merhametli olan Allah kuşun alt gagasını üsttekinden daha uzun olarak yaratmıştır. Uzun alt gaganın uçları dokunmaya karşı hassastır. Ayrıca bu su kuşunun kanatları öyle kusursuz tasarlanmıştır ki, suyun hemen üstünde hiç kanat çırpmadan uzunca bir süre süzülebilir. Alt gagasını suya sokarak ve tıpkı bir makas gibi suyu keserek uçar. Hassas gagası bir ava dokunduğunda kuş hemen anlar ve avını yakalar. Bu kuş Allah'ın bütün canlıları hiçbir örnek olmadan yarattığının delillerindendir.
Mürekkep balığının su püskürtmeye dayanan bu sistemi oldukça karmaşıktır. Hayvanın başının iki yanında cebe benzeyen birer açıklık bulunur. Balık bu açıklıktan aldığı suyu vücudunun içinde bulunan silindir şekilli bir boşluğa çeker. Daha sonra içerideki bu suyu, başının hemen altında bulunan ince bir borudan yüksek basınç ile püskürtür. Hayvan bu sayede meydana gelen tepki ile ters yöne doğru hızla hareket eder. Ayrıca kendisini avlamak isteyen düşmanlarından da ani bir hızlanma ile kaçar. Eğer kaçış hızı yeterli gelmezse ne olur diye düşünmüş olabilirsiniz. Bu durumda da mürekkep balığı vücudunda ürettiği koyu renkli boyayı bir bulut şeklinde düşmanlarına doğru püskürtür. Bu bulut saldırganda büyük bir şaşkınlığa yol açar. Bu birkaç saniyelik şaşkınlık mürekkepbalığı için yeterlidir. Çıkardığı bulutun arkasında görünmez olan mürekkep balığı hızla bölgeden uzaklaşır.
Diğer canlılarda olduğu gibi mürekkep balığının bu özellikleri de herşeyin yaratıcısı olan Allah'ın eseridir. Allah Kendisinden başka ilah olmadığını bir ayette şöyle haber vermektedir:
De ki: "Ey iman eden kullarım, Rabbinizden sakının. Bu dünyada iyilik edenler için bir iyilik vardır. (Zümer Suresi, 10)__________________
İnsana ilk bakışta atı hatırlatan zebralara, pijamalı sevimli atlar da denebilir. Zebralar, tıpkı atlarda olduğu gibi, yele denilen saçlara sahiptirler; vücut yapıları da atlara benzer şekilde yaratılmıştır ve en az onlar kadar hızlı koşarlar.
Yalnız ikisi arasında görünüm açısından bir fark vardır. Sizin de tahmin ettiğiniz gibi bu, zebranın başından tırnaklarına kadar tüm bedenini kaplayan düzgün şeritlerdir. Şerit deyip geçmeyin, çünkü bu düzenli çizgiler her zebrada farklıdır. Nasıl parmak izi her insanda farklıysa zebraların üzerindeki çizgiler de her birinde farklıdır. Bir zebranın çizgileri sanki onun kimlik kartı gibidir. Zebraların dikey çizgileri aynı zamanda önemli bir savunma unsurudur. Bir arada durdukları zaman kendilerini avlamak isteyen kaplan ve aslanlar bu çizgilerden dolayı sürüyü bir bütün olarak algılarlar. Bu durumda avcı, avlayacağı zebrayı seçmekte güçlük çeker, bu da zebralar için bir korunma olur.
Zebraların yaşamlarında önemli iki şey vardır, su ve ot...
Zebraların en hoşlandıkları şeyin toz-banyosu olduğunu biliyor muydunuz? Evet, çok ilginç ama doğru, zebralar toz banyosunu çok severler. Çünkü, toz banyosu üzerlerindeki asalak böcekleri temizler. Zebraların bir de onlara eşlik eden ve temizlenmelerine yardım eden misafirleri vardır. Oxpecker kuşu denilen bu kuşlar, zebraların üzerlerine konarlar ve zebraların hastalık kapmasına ve *****masına yol açan asalak böcekleri üstlerinden tek tek ayıklarlar. Gördüğünüz gibi bütün canlıların yaşamlarını düzenleyen, idare eden ve birbirine yardımcı kılan Rabbimiz, hayvanlar aleminde de, onları birbirine yardımcı olarak görevlendirmiştir.
Küçük zebralar doğduktan yarım saat sonra titreyerek de olsa kalkıp yürümeye başlarlar. Hemen annelerine yönelerek onların sütlerini emerler. Süt onlar için çok faydalıdır. Allah'ın onlar için özel olarak yarattığı pembe renkteki süt, onları doğdukları andan itibaren hastalıklardan korur. Ayrıca bağırsaklarının da çalışmasını sağlar...
İşte, zebralar insanların kullandığı savunma taktiklerine benzer savunma taktikleriyle hareket ederler. Ancak, bu hayvanların sürüler halinde uyum içinde yaşamaları ve belirli bir iş bölümü yapmaları ilginçtir. Çok açıktır ki, bunu onlara emreden, zebraları yaratan, onları bir araya toplayan, onlara yiyeceklerini veren Allah'tır. Eğer böyle olmasaydı zebraların uykularından vazgeçmelerini, gece boyu nöbetçilik yapan zebranın bu fedakarlığı niçin yaptığını hiç kimse açıklayamazdı.
Öte yandan, dünyaya gözlerini yeni açmış bir yavru zebra için, Allah'ın ona öğrettiği savunma taktiği çok daha basittir. Yavrunun tek yapması gereken annesinin yakınında olmaktır. Çünkü, yeni doğmuş bir zebranın dünyaya yeni açılmış gözleriyle ne sinsi düşmanlarını görmesi, ne de görse bile titrek bacaklarıyla onlardan kaçabilmesi mümkündür. İşte, Allah bu yavruya doğduğu andan büyüyünceye kadar annesinin yanından ayrılmaması gerektiğini ilham etmiştir. Yoksa zebra yavrusu doğar doğmaz kendisini düşmanların beklediğini, bu düşmanlardan korunabileceği en emin yerin annesinin yanı olduğunu nereden bilebilir?
Bundan başka zebralar sık sık su içme ihtiyacı hissederler. Suyun olmadığı bölgelerde ise koku duyularını kullanarak çukur açacak bir yer bulurlar ve temiz suyu ortaya çıkarırlar. Herhangi bir tehlike anında yetişkin zebralar, sürüdeki yavruları koruyabilmek için onları sürünün içine doğru iterler. Tüm zebra sürüsü koşarken yavrular daima kalabalığın iç kısmındadır ve daha iyi korunmak için annelerine yakın hareket ederler.
BENEKLİ KULE: ZÜRAFA
Ancak, burada çok ilginç bir ayrıntı var. Biraz evvel bahsettiğimiz gibi zürafalar midelerindeki dikenli bitkileri çiğnemek için ağızlarına geri gönderirler. Fakat, bu çok uzun bir yolculuktur. Besinin mideden ağza gidebilmesi için, beneklinin yaklaşık 3-4 metre uzunluğunda olan boynundan yukarı doğru çıkması gerekir. Sizin de tahmin edebileceğiniz gibi yemeklerin kendi kendine oraya çıkabilmesi mümkün değildir. Peki, zürafaların bunu nasıl başardıklarını merak ettiniz mi? Hemen söyleyelim. Zürafalar, besinleri yemek borusundan yukarı doğru çıkaracak asansör benzeri bir sisteme sahiptir. Tabii ki zürafaların, "yediklerimizi sindirmek için ağzımıza geri göndermeliyiz, bunu yapabilmek için de asansör gibi bir sistem inşa etmemiz gerekir" diye düşünmeleri mümkün değildir.
Üstelik bir zürafa, taş, toprak ve kerpiçten oluşan cansız bir bina değildir. Bu, koşan, acıkan, çocukları olan bir canlıdır. Hiç bunun tesadüfen oluşması, tesadüflerin ona sahip olduğu uzun boynu ve içindeki sistemleri vermesi mümkün müdür? Tabii ki değil...
Çok açıktır ki, zürafaya ihtiyacı olan herşey, doğuştan Allah tarafından verilmiştir. Allah, zürafanın ağzını ve mide yapısını bu iğneli ve dikenli bitkileri rahatça yiyebilmesi için özel olarak yaratmıştır.
Boyun yapıları gibi, zürafaların uyuma şekilleri de bize Allah'ın varlığını düşündürür. Zürafalar, boyunlarını arka gövdelerinin yanına uzatarak uyurlar. Birkaç dakika dışında bütün uykularını bu şekilde ayakta geçirirler. Bir de zürafalar hiçbir zaman aynı anda uyumazlar, mutlaka aralarından biri nöbet tutar. İşte, bu nöbetçinin uykusundan fedakarlık etmesi ve zürafaların bu konuda ortak karar alıp anlaşabilmeleri, bize tüm canlılar gibi beneklinin de Allah'ın kontrolünde olduğunu gösterir.
İlk olarak şunu söyleyelim, bu uzun benekli kuleleri su içerken önemli bir sorun bekler.
Onları bekleyen sorunun ne olduğunu anlamanız için biraz insanlardan bahsedelim. Bildiğiniz gibi bir insan baş aşağı durduğunda veya amuda kalktığında yüzü kıpkırmızı kesilir. Bunun sebebi yerçekiminin etkisiyle önemli miktarda kanın insanın başına toplanmasıdır. Böyle bir durumda kan, başın içindeki damarlara bir basınç uygular ve bu kuvvete "kan basıncı" denir.
İşte, bu kan basıncı zürafalar su içerken de meydana gelir. Ancak ortada büyük bir problem vardır. Zürafaların boyları 5-6 metre olduğu için, bu yükseklikten aşağı inen kafaya etki eden kan basıncı da oldukça büyük olacaktır. Söz konusu kan basıncı bir insana uygulansa insan hemen beyni parçalanarak ölür.
Peki, zürafalar nasıl olur da su içerken beyin kanaması geçirmezler? Çünkü, uzayın, gökyüzünün, dünyamızın ve içinde yaşayan tüm canlıların yaratıcısı olan Allah, zürafaların başlarının içine çok özel bir mekanizma yerleştirmiştir. Zürafaların başlarındaki damarların içinde kapakçıklar vardır. Bu kapakçıklar, zürafanın başının yüksekliği değiştiğinde devreye girer ve kanın zürafanın başına basınç yapmasına engel olurlar. Böylece, zürafa rahatlıkla su içebilir.
Peki, zürafaların neden benekli olduğunu hiç düşündünüz mü? Çok estetik olan bu görüntü aslında onların saklanmalarını sağlar. Yaşadıkları ortamın rengi ile böyle bir uyum içinde olmaları düşmanları tarafından görülmelerini zorlaştırır. Çok büyük olmalarına rağmen, tek düşmanları olan ormanlar kralı aslandan bu sayede saklanabilirler.
Tabii bu durum yavru zürafalar için geçerli değildir. Onlar, henüz tam gelişmemiş bacaklarıyla anneleri gibi hızlı koşamazlar. Bu yüzden, aslanlar onları kolayca yakalayabilirler. Ancak, ilk başta da belirtiğimiz gibi bu sevimli, minik yavrular, annelerinin yanından hiç ayrılmazlar. Anneleri de öldürücü tekmeler atabilen uzun bacaklarını onları korumak için kullanırlar. Burada biraz durup düşünün. Zürafa dediğimiz canlı sonuçta bir hayvandır. Hayvanların aklı, zekası yoktur. İnsanlar gibi duyguları da yoktur. Yani bir tehlike karşısında annenizin sizi koruması çok doğaldır ve size olan sevgisinden kaynaklanır. Ama bir insan gibi duygulara, akla ve vicdana sahip olmayan zürafanın tehlike karşısında yavrusunu koruması son derece şaşırtıcıdır. İşte zürafanın ve diğer tüm hayvanların yavrularını korumaları Allah'ın onlara ilhametmesi sayesinde olur. Allah sonsuz şefkat sahibidir. Kuran'ın bir ayetinde hepimizin yaratıcısı olan Allah'ın şefkati ve merhameti şöyle haber verilir:
…Öyleyse Rabbin, gerçekten şefkatli ve merhamet sahibidir. (Nahl
Suresi, 47)
DEV FİLLER
Fillerin diğer hayvanlardan en büyük farkı hortumlarının olmasıdır. Bahçe hortumuna benzeyen bu uzun hortumun içinde 50 bin kas vardır. Evet yanlış duymadınız "50 bin" kas... Burun delikleri ise bu hortumun ucundadır. Filler, hortumlarını besinleri ve suyu ağızlarına götürmek, eşyaları kaldırmak ve tabi bir de koku almak için kullanırlar. Bu hortum, filin su içebilmesi veya vücudunun üstüne su püskürtebilmesi için 4 litre suyu tutma kabiliyetine de sahiptir.
Öte yandan, filler kocaman eşyaları taşıyabilen hortumlarıyla minicik bir bezelye tohumunu bile koparıp, ağızlarında patlatarak içini yiyebilirler. Onların, kocaman cüsseleriyle böylesine incelik isteyen bir işi başarabilmeleri gerçekten de hayranlık vericidir. Birçok konuda işe yarayan bu hortum aynı zamanda hem uzun bir parmak, hem bir borazan hem de hoparlör olarak kullanılır.
Filin ağzının iki kenarında iki sivri uzun dişi vardır. Bu dişler, onların kendilerini savunmalarını kolaylaştırır. Ayrıca, filler bu dişlerin birini yerde delik açıp su bulmak için kullanırlar.
Öte yandan, lifli bitkileri çiğneyen bu hayvanların dişleri çok fazla aşınır. Bu yüzden Rabbimiz onlara çok önemli bir özellik vermiştir. Her aşınan dişin yerine arka sıradaki dişlerden bir yenisi gelir.
Yetişkin bir fil yiyecek olarak günde yaklaşık 330 kg. bitkiye ihtiyaç duyar. Bu miktar altı küçük balya samana denk gelmektedir. Filler 24 saatlerinin yaklaşık 16 saatini yemek yemeye harcamak zorundadırlar.
Şimdi size filler hakkında ilginç bir bilgi daha verelim. Siz, bugüne kadar bu kalın derili, koca hayvanın nasıl serinlediğini hiç düşündünüz mü? Aslında, sizin de tahmin edeceğiniz gibi kalın derileri yüzünden terleyemeyen filler, doğal olarak etrafta buldukları su ya da çamur birikintileriyle serinlemeye çalışırlar. Tabii, fillerin serinlemek için kullandıkları başka yöntemler de vardır. Örneğin, kulaklarını vücutlarını soğutmak için yelpaze gibi kullanırlar. Ayrıca, kulaklarında bulunan ince kan damarları da bu hareket sırasında soğuyarak vücudun serinlemesine yardımcı olur.
Öte yandan, fillerin göç ediş hikayeleri bilim adamlarını şaşırtan bir başka konudur. Bu koca kulaklı, dev cüsseli hayvanlar kurak mevsimlerde göç ederler ve bu sırada hep aynı yolu izlerler. Daha da ilginci, bu göç sırasında yolda gördükleri dal parçaları gibi çöpleri de temizlerler.
Filler geniş alanlara yayılarak yaşayan hayvanlar oldukları için aralarında sağlam bir "iletişim" olması çok önemlidir. Bu iletişim yalnızca fillerin keskin koku alma duyuları sayesinde olmaz. Bunun yanında, Allah filin alnında, insanların duyamayacağı boğuk bir ses çıkartan bir organ yaratmıştır. İşte bu organ sayesinde filler kendi aralarında, diğer canlıların anlayamayacağı gizli ve şifreli bir dil kullanarak konuşurlar. Fillerin çıkardıkları bu boğuk sesler çok uzak mesafelere ulaşabilir. Bundan dolayı fillerin çıkardıkları bu özel ses uzun mesafeli görüşmeler için idealdir.
Boynuzlar büyürken, kadifemsi ince bir deri tabakasıyla örtülür. Tamamen büyüyünce kan damarları kesilir, deri kanla beslenemez ve hayvan boynuzlarını sürterek deriyi aşındırır, kemikler ortaya çıkar. Geyikler 6 yaşında iken boynuzları en gelişmiş halini alır. Bu yaştan sonra ise artık bozulmaya başlar. Boynuzların boyu ve biçimi, çatalların sayısı geyikten geyiğe değişir.
Kızıl geyiklerin erkeği koku bezinden salgıladığı bir maddeyi bulunduğu bölgede her yere sürerek bir sınır çizer. Bu bölgede dişilerden oluşan bir sürü oluşturur. Sürüsünü ise sahip olduğu boynuzlarla düşmanlarından korur. Eğer bölgeye başka bir hayvan girerse, onu gür kükremelerle ya da boynuzlarıyla dövüşerek bölgesinden uzaklaştırmaya çalışır.
Kuran'da insanlara bu gerçek şöyle hatırlatılır:
De ki: "Eğer biliyorsanız (söyleyin herşeyin mülk ve yönetimi kimin elindedir? Ki O, koruyup kolluyorken kendisi korunmuyor." (Müminun Suresi, 88)
Aşağıdaki ayetlerde de bildirildiği gibi, tüm canlıların koruyucusu yalnızca Allah'tır.
… Senin Rabbin, herşeyin üzerinde gözetici-koruyucudur. (Sebe Suresi, 21)
… Allah herşeyin üzerinde koruyucudur. (Nisa Suresi, 85)
"Hiç hayvanda cep olur mu?" diyebilirsiniz. Fakat, gerçekten de kangurunun karnında "kese" denilen ve yavru kangurunun beslenmesinin, korunmasının ve gelişmesinin sağlandığı bir bölüm bulunur.
Annesinin kesesinin içinde dört farklı meme bulunur. Bu memelerden birisinde, kıvamı ve ısısıyla kendisi için özel hazırlanmış bir süt vardır. Diğer üç memede ise yeni doğmuş bir bebek için değil, yaşı daha ileri bir yavru için hazırlanan süt bulunmaktadır. Bu yavru da birkaç hafta sonra ilk emdiği memeyi bırakacak ve yaşına göre olan memeyi emmeye başlayacaktır. Biraz daha büyüyünce ise bir ötekisine geçiş yapacaktır.
Sakın unutmayın, bunların hiçbirini yapan aslında anne kanguru değildir. Anne kangurunun, kesesinin içindeki sütlerin farklı olduğundan haberi bile yoktur. Memelerinden birinin içindeki sütün sıcaklığını hesaplayabilmesi mümkün değildir. Her süte farklı özellik vermeyi ise kendisi hiç beceremez. O hangi sütün içinde hangi besinin olduğunu da hiçbir zaman bilemez. O sadece Allah'ın kendisine emrettiği şekilde yaşayan bir kangurudur. Yavrusunun ihtiyaçları da kendisini yaratan Allah tarafından düşünülmüştür. Sonsuz şefkat ve merhamet sahibi olan Rabbimiz, en uygun yapıdaki sütleri, yavrular için en uygun yere yani annelerinin karnına yerleştirmiştir.
Kanguru yavrusu 6,5 ayı özel kesesinden hiç çıkmadan geçirir. Ardından yaklaşık 8 ayı hem kesenin içinde, hem de dışarıda dönüşümlü olarak geçirdikten sonra, sürekli dışarıda kalmaya başlar.
Bu arada, daha birinci yavru cepten çıkmadan, ona yeni bir kardeş tırmana tırmana gelir. Her ikisi aynı cepte ve kesinlikle birbirine zarar vermeden uzun bir süre yaşar. Her yavru kendi yaşına göre besinler içeren sütün bulunduğu memeyi emer. Peki her kardeş kendisinin emmesi gereken memenin hangisi olduğunu nereden bilir. Cevap çok açıktır: Allah'ın ilhamıyla, öğretmesiyle.
Kangurular cüsseleriyle de oldukça dikkat çeker; gövdeleri 1,5 m., kuyrukları ise 1 m.'dir. Kanguru ailesi arka ayaklarının büyüklüğü sayesinde 8 metrelik mesafeyi bir anda katedebilir. Hızlı koşarken dengelerini çok güçlü ve iri olan kuyruklarıyla sağlarlar. Peki sizce ayakları tesadüfen mi bu kadar büyüktür? Ya da rahatça sıçramak için çok büyük arka ayaklara ihtiyaçları olduğunu anneleri mi hesaplamıştır? Tabii ki doğru cevap bunların hiçbiri değildir. Hiçbir şey tesadüfen olmamıştır. Herşeyi canlıların ihtiyaçlarına göre yaratan Allah, kanguruyu da diğer tüm canlıları yarattığı gibi en mükemmel şekilde yaratmıştır.
UYKUCU KOALALAR
Koalaların elleri ve ayakları, ömürlerinin çok büyük kısmını okaliptüs ağaçlarının üzerinde geçirmelerine imkan tanıyacak şekilde yaratılmıştır.
Koala, uzun kıvrık kolları, keskin pençeleri ve ağaca sıkıca tutunan ellerinin yardımıyla geniş ağaç gövdelerine hızla tırmanabilir. Bu hayvanların ön ayaklarındaki ilk iki parmakları diğer üç taneden ayrıktır. Kendi elimizi düşünürsek, iki tane baş parmakları olduğu söylenebilir. Arka ayaklardaki baş parmaklar da diğerlerinden ayrıktır ve diğer dört parmak gibi keskin pençelere sahip değildir. Diğer parmaklardan farklı olan bu baş parmaklar küçük dallara kolayca tutunmayı sağlar. Koalalar pençelerini ağaçların yumuşak ve düzgün gövdelerine çengel gibi saplayarak tutunurlar. Dört ayaklarıyla da, tıpkı bizim bir sopayı kavramamız gibi ağaç dallarını rahatlıkla kavrayabilir ve ağaç dallarına sarılarak tırmanabilirler. İşte koalanın ağaçların üstünde yaşamasını kolay kılan yapı budur.
Koalalar, tembel sanılmalarına karşın ağaçlar üzerinde hızla hareket edebilir hatta bir daldan diğerine olmak üzere bir metre uzağa bile sıçrayabilirler. Dişi koala, iki yılda tek bir yavru doğurur ve onu kanguru gibi kesesinde taşır. Yavru ilk aylarda annesinin kesesinden çıkmaz ve daha sonra 1 yaşına kadar annesinin sırtında yaşar. Tabii annesi de okaliptüs ağacının üzerinden başka yerde değildir. Koalaların bu ağacın üzerinde yaşamalarının nedeni, onun yapraklarını yiyerek beslenmeleridir. Zaten, bu nedenledir ki koalalara yalnızca tek bir kıtada, okaliptüs ağacının bolca bulunduğu, Avustralya kıtasında rastlarız.
Öte yandan, koalaların birçok farklı türü vardır. Bu türlerin her biri farklı bir okaliptüs yaprağı ile beslenir. Eğer bir koalayı alıp başka bir yere götürürseniz yanınızda onun yediği okaliptüs yaprağını da götürmeniz gerekir. Yapraklarının lezzetinden başka bu hayvanların okaliptüs ağacından çok az inmelerinin bir nedeni de yerde yürürken çok zorlanmalarıdır.
Zehirli bir bitki ile bir hayvan arasındaki bu uyum bize koalaların ve okaliptüslerin aynı yaratıcı tarafından yaratıldıklarını gösterir. Yarattığı herşeyi kusursuz yapan bu yaratıcı hiç kuşkusuz ki tüm alemlerin Rabbi olan Allah'tır.
SEVİLMEK İSTEYEN YARAMAZ KEDİLER
Kediler, yalnız yaşayan, bağımsız yaratılışlı hayvanlardır. Evcil köpekler gibi sahiplerinin isteklerine hiçbir zaman boyun eğmezler. Sizin de bildiğiniz gibi kediler aç kaldıklarında miyavlar, sevilmek istediklerinde sürtünür, tüyleri okşandığında aldıkları zevkten ötürü mırıldanır ve daha bunlara benzer pek çok hareketle istedikleri mesajı verirler.
Evet, bu tüy yumaklarının görmesi için azıcık ışık yeterlidir. Çünkü kedilerin gözleri bizim gözlerimizden farklı yaratılmıştır. Onların gözbebekleri karanlıkta, olabildiğince çok ışık alabilmek için büyüyerek yuvarlaklaşır. Bu da onların karanlıkta rahatça görebilmelerini sağlar.
- Peki Hiç Düşündünüz mü Gözleri Geceleri Neden Parlar?
- Pençelerinin Özelliğini Biliyor musunuz?
Bu sevimlilerin minik patileri, tehlike anlarında yırtıcı bir pençeye dönüşürler. Bunları tehlikeli hale getiren, içlerinde sakladıkları sivri ve keskin tırnaklarıdır. Tehlike anlarında bu tırnakları dışarı çıkarmak için yaptıkları hareket, aynı zamanda pençelerin yayılarak genişlemesini de sağlar.
- Niçin Hep Dört Ayak Üzerine Düşerler?
Ağaçların üzerinde, yüksek yerlerde dolaşmaktan keyif alan bu sevimli hayvancıklara düşme tehlikesi karşısında bu koruyucu özelliği veren, sonsuz şefkat ve merhamet sahibi olan yüce Rabbimizdir
Uzunluğu kuyruğuyla birlikte 3 metredir. Yüksekliği yaklaşık bir metre, ağırlığıysa yaklaşık 230 kg'dır. Yani, aslan sizden yaklaşık 1.5-2 metre daha uzun, kocaman bir kedidir.
Erkek aslanların yeleleri vardır. Çok yumuşak olan bu tüyler, ya yüzü çevreler ya da başın arkasını, boynu ve omuzları kaplayarak göğüsten bele kadar uzar. Bu yele aslana çok heybetli bir görünüm verir. Allah'ın aslana verdiği bu yele hayvanı olduğundan daha da güçlü ve gösterişli hale getirir.
Aslanın kendine özgü kükremesi, genellikle akşamları avlanma zamanından ve gün doğmadan önce duyulur. Aslan kükrediği zaman, ormanda sanki hayat durur. Uluyan bir sırtlan ulumasını, hırlayan bir leopar hırlamasını keser. Herkes susar ve kralı dinler. Maymunlar ağaçların en üst dallarına kaçarak, çıkarabildikleri kadar çığlık atarlar.
VAHŞİ KEDİ: KAPLANLAR
Yeni doğan yavru kaplanların gözleri ancak iki gün sonra açılır. Anne kaplan diğer hayvanlara karşı çok vahşi olmasına rağmen yavrularına karşı çok hassas ve düşkündür. Altı hafta boyunca onları sütle besler. Daha sonra onlara yavaş yavaş avlanmayı ve kendi yiyeceklerini elde etmeyi öğretir.
Bu eğitim döneminden sonra kaplan, çok hızlı hareket edebilen güçlü ve yetişkin bir hayvan olur. Bir sıçrayışta tam 4 metre atlayabilir. Şimdi, kollarınızı iki yana açın, bir elinizin parmak ucundan diğer elinizin parmak ucuna kadar olan uzunluk 1 metre kadardır. İşte, bu uzunluğun dört tanesinin yan yana gelmiş hali de kaplanın bir sıçrayışta atlayabileceği mesafeye eşittir.
Kaplanların özellikleri bu kadarla sınırlı değildir. Bu vahşi kediler, diğer kedi türlerinin aksine suyu çok severler. Hatta, o dev gibi cüsseleriyle mükemmel birer yüzücüdürler.
Allah tüm canlılarda olduğu gibi kaplanlarda da hayranlık uyandıran özellikler yaratmıştır. Örneğin küçük kaplan yavruları bakıldığında insanda şiddetli şefkat uyandıracak bir sevimliliğe sahiptirler. Aslında son derece vahşi olan kaplanları da Allah kendi yavrularına karşı çok yoğun bir şefkat ve merhamet gösterecek şekilde yaratmıştır.
MASKELİ PANDALAR
Pandanın diğer bir özelliği de saldırgan olmamasıdır. Tek yaptığı patileriyle ağaçları tırmalamaktır. Bunu da tırnaklarını temizlemek ve törpülemek için yapar. Kaçmak için o kocaman cüssesiyle ağaçlara tırmanır. Panda çok sakin bir hayvandır, uyurken kendisine insanların yaklaştığını fark etse bile rahatını bozmadan uyumaya devam eder. Yani bir gün bir pandayla karşılaşırsanız, onu hiç çekinmeden rahatlıkla sevebilirsiniz.
Kalın postları ve bal yemeleriyle ünlü olan ayıların, görme ve işitme duyuları çok zayıftır. Peki o halde çok sevdikleri balı nasıl bulabiliyorlar biliyor musunuz? Tabii ki tüm ihtiyaçlarını en iyi şekilde karşılayan Rabbimizin ayılara verdiği uzun burun sayesinde. Bu burun onların çok iyi koku almalarını sağlar. Böylece, ayılar yiyeceklerini kolayca bulurlar.
Bal ararken arı kovanı bulduklarında pençeleriyle bir iki keskin vuruş yapıp tüm arıları kaçırırlar. Sonra kovandaki balı afiyetle yerler. Sakın siz böyle bir şey yapmayın! Çünkü, arılar her tarafınızı sokar ve hastalanmanıza sebep olur. Fakat Rabbimizin ayılara verdiği kalın kürk, onları arıların iğnelerinden korur. Böylece hiçbir tehlikeye girmeden bala kolayca ulaşabilirler.
Doğum da ayıları mağara yaşantısına döndüren bir başka etkendir. Genellikle üç yavru doğuran ayılar bahara kadar onları sütle beslerler. Bu süre içinde de barınaklarından hiç çıkmazlar. Yavrular kör, dişsiz ve tüysüz doğarlar. Yavrular mağaradan çıktıklarında anne, yavrularını korumak zorundadır. Yoksa avcılar ya da erkek ayılar tarafından öldürülebilirler.
Sonsuz şefkatli ve merhametli olan Rabbimiz, bütün canlıların ihtiyaçlarını karşılayan, onları koruyup kollayandır. Bu yüzden sevimli ayı yavrularının da yaşamlarını sürdürmeleri ve zarar görmemeleri için gereken bütün imkanları onlara sağlamıştır. Onları güçlü annelerinin yanında dışarıdan gelecek tehlikelere karşı koruma altına almıştır.
Kutup ayılarıyla ilgili bir başka konu da onların diğer ayılardan farklı olarak kış uykusuna düşkün olmamalarıdır. Yalnızca dişi olanları, özellikle de hamile olanları uzun dönemler halinde kış uykusuna yatarlar. Yeni doğan yavrular için Allah'ın, "Rezzak" (rızk veren) sıfatının bir sonucu olarak ihtiyaç duyacakları besinler de hazırdır. Kutup ayısının sütü çok yüksek oranda yağ içerir. Bu yağlı süt yavruların en çok ihtiyacı olan besindir. Böylece yavrular çok çabuk büyüyüp, baharda inlerinden çıkmaya hazır hale gelirler.
Peki, size bir soru daha: Kutup ayılarının çok iyi bir yüzücü ve dalgıç olduğunu biliyor muydunuz? Evet, yanlış duymadınız, kutup ayıları çok iyi bir yüzücü ve dalgıçtırlar. Yüzerken ön ayaklarını kullanırlar. Bu ayakları bir kürek gibi kullanabilmeleri, Allah'ın onlar için yarattığı bir kolaylıktır. Diğer bir kolaylık ise suyun içindeyken burun deliklerini kapatabilmeleri ve gözlerini açık tutabilmeleridir. Dahası, parmak aralarının ördek ayağı gibi perdeli olması yüzmelerine yardımcı olur.
Peki kutup ayılarının renginin neden beyaz ya da sarımsı bir tonda olduğunu biliyor musunuz? Kutup ayısının beyaz rengi, yaşadıkları soğuk buzlu ortamda korunmalarını sağlar. Kutup ayısının o yüzlerce kilometrelik bembeyaz buzullar içinde saklanma imkanını artırır. Eğer rengi bir karga kadar siyah ya da tropikal ormanlarda yaşayan papağanlar gibi rengarenk olsaydı o zaman saklanabilmesinin ne kadar güç olacağını herhalde tahmin edersiniz.
Burada hepinizin dikkat etmesi gereken çok önemli bir nokta var. Şöyle ki, kutup ayısının avlanmak için taktik kullanması, onun üstün bir zekaya sahip olmasını gerektirir. Bir düşünün, ayı kendisinin beyaz renkte olduğunun ve etrafın da aynı renkte buzullarla kaplı olduğu için kendini kamufle edebileceğinin, yani gizleyebileceğinin farkındadır. Dahası kutup ayısı kamufle olmasına tek engel olan siyah renkteki burnunu kapatması gerektiğini akıl eder. Tabii, sizin de tahmin edeceğiniz gibi, kutup ayısının birkaç kere avdan eli boş döndükten sonra, oturup ne yapması gerektiğini düşünürken burnunu kapaması gerektiğini akıl etmesi mümkün değildir! Ayılar yalnızca Allah'ın kendilerine "vahy ettiği" (bildirdiği) gibi hareket etmektedir. Onlar, Allah tarafından bu şekilde avlanmaya programlanmıştır. Çünkü, onlar da diğer canlılar gibi Allah'ın koruması altındadır.
0 yorum:
Yorum Gönder